Christian Rainer: Misstrauensvotum/ Gensoru önergesi

Warum wir die Türken nicht verstehen – und sie uns nicht. Ne biz Türkleri anlıyoruz, ne de onlar bizi.

Drucken

Schriftgröße

Falls nicht Marine Le Pen im Mai Präsidentin der Französischen Republik wird und in der Folge Europa eine vom Inhalt befreite geografische Bezeichnung, dann gilt: Die Türkei ist die komplexeste Problemzone für diesen Kontinent.

Das hat einerseits mit der schieren Größe des Landes zu tun, mit dessen wachsender Bevölkerungszahl und mit der Wirtschaftskraft. Andererseits hängt es an seiner Widersprüchlichkeit nach innen und nach außen: Die Türkei grenzt an den demokratischen, befriedeten Westen und an eine von Diktaturen und Kriegen zerfetzte Region im Osten und Süden. Die Hochglanzmetropole Istanbul kennt keine mentale Überschneidung mit dem bäuerlichen Anatolien. Über fast ein Jahrhundert hatten laizistische Politiker die Religion zurückgedrängt, nun kehrt sie mit ähnlicher Vehemenz ins Staatswesen zurück. Präsident Recep Tayyip Erdoğan ist überlegter Taktiker, aber auch ein unberechenbarer Choleriker; er war der Verbündete in Brüssel, jetzt ist er der Alptraum für Europa. Und die Türkei ist NATO-, aber nicht EU-Mitglied.

Eine Erkenntnis aus diesen Widersprüchlichkeiten abseits jeder Schuldzuweisung: Man muss allen Nicht-Türken nachsehen, dass sie diese Türkei nicht verstehen.

Verständlich wird anhand dieser Skizze eines aufs Äußerste zwischen Modernität und Traditionalität gespannten Landes allerdings, warum das Verhältnis zum großen Rest Europas nicht einheitlich sein kann und die Verhandlungen über eine Mitgliedschaft in der EU nicht linear verlaufen können. Wiederum ohne der einen oder der anderen Seite recht geben zu müssen: Wenn die Gesprächspartner ein nachgerade konträres, zumindest aber ein unvereinbares Verständnis von repräsentativer Politik oder vom Zusammenhalt einer Gesellschaft verinnerlicht haben, dann bleibt wechselseitiges Vertrauen eine Chimäre. Wie aber können dann die monströs detaillierten und zugleich einer größeren Idee untergeordneten EU-Verträge von Brüssel und von Ankara als gemeinsames Gedankengut rezipiert werden? Können sie in dieser Generation von Europäern und von Türken wohl nicht.

So ist dann auch das Hin und das Her rund um die EU-Mitgliedschaft zu verstehen: Die Türkei kann keine Kontinuität in den Verhandlungen erkennen, misstraut der Motivlage in den europäischen Hauptstädten und empfindet die Behandlung überdies als Kränkung. Die EU erkennt umgekehrt keine Kontinuität der Türkei als solcher.

Recht haben beide. Aber eine Grundlage für die Mitgliedschaft in derselben Wertegemeinschaft ist das nicht.

Eğer Mayıs’ta, Marine Le Pen Fransa’nın cumhurbaşkanı olmaz ve sonucunda Avrupa, içerik olarak boşalmış coğrafi bir isimden ibaret kalmazsa, o zaman geçerli olan şu olur: Türkiye bu kıtanın en kompleks problem alanıdır.

Bu, bir yandan ülkenin büyüklüğü, büyüyen nüfusu ve ekonomik gücüyle alakalı iken, diğer yandan ise içeriye ve dışarıya karşı olan tutarsızlığı ile alakalı: Türkiye, hem batısında demokratik ve barış halinde yaşayan bir bölgeyle, hem de doğu ve güneyinde diktatörlükler ve savaşlarla parçalanmış bölgelerle sınıra sahip. Cilalı Metropol İstanbul’un, kırsal Anadolu ile zihniyet açısından hiçbir kesişme noktası yok. Neredeyse bir asır boyunca laik siyasetçiler dini geri ittiler, ancak şimdi ise benzer bir şiddetle din, devlet işlerindeki önceki konumuna geri dönüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir yandan taktiksel düşünen, ancak bir yandan da günü gününe uymayan asabi biri. Bir zamanlar Brüksel’in müttefiki iken şimdilerde ise Avrupa’nın kabusu olmuş durumda. Bununla beraber, Türkiye bir NATO ülkesi ancak AB üyesi değil.

Tüm suçlamaların haricinde bu tutarsızlıklardan anlaşılan şey: Türk olmayanların, Türkiye’yi anlamama sebeplerini gözden geçirmeleri gerekliliğidir.

Ancak bu taslakla birlikte, modernite ve gelenekselcilik arasında sıkışmış ülkenin, Avrupa’nın geri kalanıyla neden düzgün bir ilişki tesis edemediği ve AB üyeliği ile ilgili müzakerelerin neden doğrusal bir çizgide yürümediği anlaşılıyor. Yine herhangi bir tarafa hak vermek zorunda olmadan: Eğer muhataplar arasında karşıt görüşler var, fakat uyumsuz bir temsili politika anlayışı ya da toplumsal uyumsuzluk söz konusuysa, karşılıklı güven sadece bir kinayeden ibarettir. Peki ama Brüksel ve Ankara arasındaki inanılmaz detaylı ve aynı zamanda büyük bir fikrin parçası olan AB müzakereleri nasıl ortak bir düşünce olarak kabul edilebilir? Bu kuşağın Avrupalıları ve Türkler tarafından algılanamazlar.

AB üyeliği etrafındaki git gel de bu şekilde anlaşılmalı: Türkiye müzakerelerde bir süreklilik göremiyor, Avrupa başkentlerindeki motivasyonlara güvenmemekle beraber, bunu kendisine yapılan bir hakaret olarak algılıyor. AB ise tam tersi şekilde Türkiye’de bir süreklilik göremiyor.

İki taraf ta haklı. Ancak bu, aynı değerleri taşıyan bir birliktelik için yeterli bir zemin değil.

[email protected] Twitter: @chr_rai

Dieser Artikel stammt aus dem profil Nr. 15 vom 10.4.2017. Das aktuelle profil können Sie im Handel oder als E-Paper erwerben.